Bufsad (Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği) Belgesel Atölyesinde olduğumuz yıllardaydı. Sanırım 14-15 yıl önce. 180 civarındaki Bursa dağ köylerini konu alan uzun soluklu bir belgesel fotoğraf çalışması yapıyorduk.
Sıra Keles ilçesi köylerine gelmişti. İlki Bursa’ya en yakın olanıydı, oradan başladık. Pek çok dağ köyü gibi, ekilebilir alanları kısıtlı bu köyde de yoksulluk hemen göze çarpıyordu.
On yaşlarında bir çocuk ilgiyle bizi izliyordu. Adı Yusuf’muş. Biraz ısınınca da bize mihmandarlık gibi bir görev çıkardı kendine.
“Senin de fotoğraflarını çekelim.” dediğimizde sahip olduğu en kıymetli şeyi; bir sokak köpeğini kucağına alıp poz verdi.
Vakit öğlen olmuş, ufaktan acıkmaya başlamıştık.
Aramızdaki konuşmaları duyan Yusuf, gözlerini kocaman açarak; “Siz aç mısınız?” diye sordu. “Yok oğlum, hadi sen işine gücüne bak!” deyip başımızdan savdık.
***
Hikâyenin en başına gidersek; Uludağ’ın sert doğası ve zirveleri bura insanlarının yüreklerini hafifletmiş, hissedebiliyoruz. Yabancıya karşı ilgi dolu ve cana yakın duruşlarıyla hemen sizi sıcak bir rüzgâr gibi sarıveriyorlar. Herkes ama herkes selam veriyor ve gülümsüyor.
Bu köy, Keles’in ve genel olarak Bursa’nın dağ köylerinin çoğunda olduğu gibi, bir Yörük köyü. Kökleri Orta Asya’ya dayanan bu Türkmenler, Bursa’nın fethinden bile önce buralara yerleşmişler. Toplulukların çoğunda görülebilen bir olgu olarak ‘kuruluş miti’, bu köyün insanları tarafından da paylaşılıyor: Söylenceye göre hayvancılıkla uğraşan üç birader, otlatmak üzere yakın yörelere hayvanları getirip götürmenin zorluğundan olacak, ayrı yurt tutmayı ve orada ikamet etmeyi uygun buluyorlar. Ağabeyler mevcut köyleri mesken tutarken, küçük kardeş yeni bir köy kuruyor. Köyün adı ilk zamanlar Şeytan Köyü. Neden bu ismi vermişler diye soruyoruz; ‘E, ne de olsa küçük, şeytan olur’ diyerek gülümsetiyorlar bizleri.
Bir Ali Osman amcası var köyün. Güler yüzlü bir ihtiyar delikanlı. Çilek toplarken karşılaşıyoruz onunla ve ninemizle. Ali Osman Amca seksenli yaşlarında ama yaşından beklenmeyecek bir çevikliğe ve dinçliğe sahip, sohbet ehli bir Türkmen. II. Selim dönemindeki bir seferberlikte bu köyün sakinlerinin yaptıkları maddi ve manevi fedakârlıklardan bahsediyor. Çanakkale Şehitliği’nde, köyden üç ölümsüzün medfun olduğunu gururla anlatıyor.
Bu köyün sakinlerinden Nail Ağabey, biri önceki evliliğinden olmak üzere, dört çocuğu ve Van’lı eşiyle oldukça mütevazı bir yaşantı sürüyor. Van’lı Kürt kızıyla, dağlı Türkmen’i bir araya getiren tevafuğu merak ediyoruz.
Köy fakir, Nail Ağabey fakirin fakiri. Eşi vefat edince kimse varmamış ona. O da düşmüş Van yollarına. Bir tanıdık vasıtasıyla bulduğu Kürt kızına nikâhı basıp getirmiş köyüne.
Yenge hemen lafa karışıyor; “Kandırdı beni bu dağlı. “Bursa’da Heykel’in karşısında iki katlı evim var, dedi.” Eliyle okul bahçesindeki Atatürk büstünü işaret ederek; “Nereden bileydim o heykelin bu heykel olduğunu? İki katlı dediği ev de bu ev. Çatlayan, dökülen kerpiç duvarların aralığından komşulara el sallayabilirsiniz.”
Nail Ağabey’in bu ince kelime oyunu hepimizi güldürüyor. “Kızmadın mı, gücenmedin mi?” diye sorduk. “Yok.” dedi. “İçim ısınmıştı. Şükür hâlimize.”
Allah güzel okuyan çocuklar nasip etmiş onlara. Şimdilerde mutlu mesut yaşıyorlar. Serde biraz fakirlik derdi var amma, en büyük zenginliğin, nasip neyse elindekiyle yetinmek olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Nail Ağabey’in ilk evliliğinden olan güzel kız Ayşegül, şeker mi şeker, uslu mu uslu. Hamaratmış aynı zamanda. Annesinin
ameliyatında evi o çekip çevirmiş. “Bir de komşularım baktılar, bana çok yardımcı oldular, Allah razı olsun hepsinden.” diyor Van’lı gelin, gözlerinin içi gülerek.
Hamiyetli, yardımsever, komşu hakkını kardeş hakkıyla bir tutan Türk insanının ‘birlikte yaşama (co-existence)’ kültürü içimizi ısıtıyor.
***
Yusuf’u başımızdan savdığımızı zannederken, birkaç dakika sonra güçlükle taşıdığı koca bir siniyle çıkageldi yanımıza. Annesine evde ne varsa tabaklara koydurmuş.
“Doyurun karnınızı ağabey” derken ilave de ediyor; “Eve gelseniz daha rahat edersiniz.”
On yaşındaki bir çocuk, doyurmak için dört yetişkin adamı evine davet edebiliyor ve bunun için kimseden izin almak zorunda hissetmiyordu.
Bu güzel insanlarla ahbaplığımız hâlâ devam ediyor. Ailece de kaç kez misafir olduk. Her seferinde sıcak ve samimi karşılandık. Hemen her dağlı gibi kız erkek ayırmadan çocuklarını okutmaya çalışan bu insanları hep takdir ettik.
Yusuf, onca yokluk ve yoksulluk içinde okuma savaşı verdi. ‘Elim bir an önce ekmek tutar’ diye Astsubay okuluna müracaat etti. Kazandı ve öğrenimini başarıyla bitirdi. Tayin için gün sayarken Fetoş’un meczupları darbeye kalkıştı.
O günleri sesi titreyerek anlatıyor: “Nizamiyeden dışarı çıkamıyorduk. Vatandaş bize Yunan askeri muamelesi yapıyordu. Sözlü sataşmaların yanı sıra fiili saldırılar da olunca dışarı çıkamaz olduk.
Ekmek ve yemek dışarıdan geliyordu. Kalkışmadan sonra ne ekmek getirdiler, ne yemek. Resmen açlıkla mücadele ediyorduk. Birkaç gün sonra polis geldi. Hepimiz sivil giyimliydik. Kimliklerimizi istediler. Benim verdiğim kimliği polis; ‘Astsubaymış bu pezevenk!’ deyip yere attı. Kimlikte bayrağımız vardı ağabey. Hemen yere atladım, kimliği gösterip polise; ‘Bayrağı görmüyor musun, nasıl yere atarsın?’ diye sitem ediyorken esaslı bir tekme yedim.
Hepimizi derdest ettiler. Birkaç gün sonra bıraktılar. KHK ile ordudan atıldık. Umudumu, geleceğimi, ailemin onca fedakârlığını bir çırpıda kaybettik.
Birkaç ay sonra bu kez Fetö’cü olarak gözaltına alındım. Sonrasını sen de biliyorsun ağabey. Allah razı olsun, Emniyet’te ve Adliye’de yalnız bırakmadın beni.”
Yusuf hakkındaki soruşturma, itirafçının birinin ‘Yusuf’u da dershanede gördüm.’ demesiyle başlamıştı. Yusuf’a dershaneye gidip gitmediğini sorduğumda; “Ağabey, ne dershanesi? Köyden Bursa’ya minibüs parası bulursam seviniyorken, dershaneye gitmemin imkânı var mı? Bedava deneme sınavı ilanını görüp, dershanenin sınavlarına iki kez gittim.”
Bundan başka, açmadığı, görüşmediği, HTS kayıtlarında da görüşme süresinin 0 (sıfır) saniye olduğu bir ardışık arama da, Fetö üyeliğinin delili olarak dosyaya girdi.
Olağan koşullarda bu delillerle terör örgütü üyesi olarak suçlanamayacağını, ancak olağanüstü zamanların olağanüstü yargılamalarında sonucu kestiremediğimi söyledim Yusuf’a.
Tutuksuz yargılanan Yusuf’un Fetö üyesi olduğuna kanaat getiren mahkeme hapis cezası verdi. İstinaftı, temyizdi derken karar hâlâ kesinleşmedi.
Yusuf yıllardır adli kontrol altında. Ne geleceğini planlayabiliyor, ne bu gününü değerlendirebiliyor.
“Kader ağabey” diyor, “ötesi yok!”
İlk Yorumu Siz Yapın