Kandıra Cezaevi, sabah 06:30
Küçük hırsızlıklardan hükümlü Yunus, lavabo ve tuvaletlerde sabah temizliği yapıyordu. Tuvalete son geldiğinde, kapısının açılmadığını fark etti. İçinden söylenerek kapıya vurdu. Ses yok. Birkaç defa daha vurdu, yine yok! İçeride kimsenin olmadığına, kapının bir şekilde sıkıştığına kanaat getirerek kapıyı zorladı. Kapı ardına kadar açıldı. Yukarıdaki küçük havalandırma penceresinin demirine bağlı ipin ucunda yüzü morarmış, gözleri dehşetle bakan, dili dışarıda bir cesetle karşılaştı. Bu görüntü, Yunus’un aklını başından aldı.
Çığlıklar atarak tuvaletlerden çıktı. Bir yandan ‘Tuvalette biri var.’ diye bağırıyor, bir yandan koşuyordu.
Kendisini durduran gardiyan; “Tuvalette har zaman biri olur lan manyak! Ne bağırıp duruyorsun?”
“Ölü, ölü!” “Sessiz ol!”
Böylesi ciddi olaylar, mahkûmlar arasında huzursuzluk, idare bakımından da büyük problem demekti.
Sabah namazına kalkan birkaç hükümlü dışında ortalıkta kimse yoktu. Gardiyanlar aceleyle müdür ve savcıyı aradılar. Kısa sürede olay yeri inceleme geldi. Savcının talimatıyla ası ipi kesilip, ceset yere alınırken, başı polisin elinden kaydı. Bir metre yüksekten düşen başın çarptığı betondan çıkan ses, izleyen gardiyanlardan birinin kusmasına yol açtı.
Fotoğraflar çekildi, tutanak hazırlandı. Her nedense tuvalet ve lavabolardan parmak izleri alındı.
Sabah namazı için kalkan Hüseyin de Yunus’tan olayı öğrenmişti olayı.
Tuvalette biri intihar etmiş!
Hüseyin açık cezaevinde örgün eğitim alıyordu. Namazı kılıp, üniversiteye gitti.
Üniversite onun için harika bir imkândı. Cezaevinde geçirdiği yirmi yıl boyunca Toplumla tamamen yabancılaştığını, normal yürümeyi bile unuttuğunu görmüştü. Hızlı hızlı yürüdüğü hâlde herkesin yanından sakince geçtiğine şaşırıyordu. Anladı ki, küçücük havalandırmada, küçük adımlarla volta atmaya alışmıştı.
Açığa çıktığı ilk gün telefon etmek istemiş, ankesör bulamayınca garajdaki bir değnekçi kendisine kullanması için Android telefonunu uzatmıştı. Telefona bakıp donakalmıştı Hüseyin. Siyah bir plastik parçası, hiçbir tuş yok üzerinde. Tekrar adama uzatıp, “Ben numarayı söylesem siz arar mısınız.” diye sorduğunda değnekçi, “Sen de arayabilirsin.” demişti.
Hüseyin Fakülteden cezaevine döndüğünde Yunus’a hemen olayı sordu. İntihar eden mahkûm birkaç gün önce gelmiş. Pek fazla konuşmayan garip bir tipmiş. Daha önce de intihara niyetlenmiş, başaramamış. Ne yazık ki bu sefer amacına ulaşmış.
“Adamın dosyasında psikolojik sorunları olduğu yazmıyor
mu?”
“Sen de biliyorsun, bunlar sadece formalite. Nakille yahut
başka türlü gelen her hükümlüye cezaevi psikoloğu ruhsal bir rahatsızlığın var mı diye sorar. Yok diyen koğuşuna gider. Var diyene bir iki fazla soru sorulup o da koğuşuna gönderilir. Yoksa adamı kısa bir ceza için buraya getirmek yerine psikiyatri servisine götürseler, tedavi ettirseler, o arada zaten cezasını tamamlamış olurdu. Ama kimin umurunda ki?”
“Ne zaman asmış kendini? Akşam sayımında, gece sayımında anlaşılmamış mı?”
“Tuvalet kapısı kapalı olduğundan içeride bir kişi olduğunu var sayıp, tamam olarak yazmışlar.”
“Savcı, bu sayımı nasıl yaptınız? İçeride bir kişi var deyip neye dayanarak sayım tutanağı tuttunuz demeyecek mi?”
“Neden desin ki?”
“Peki, o zaman niye bu kadar telaş yaptılar, her taraftan parmak izleri aldılar, onlarca fotoğraf çektiler?”
“Ya git Allah aşkına! Sanki bilmiyorsun. Laf olsun, torba dolsun. Herkes görevini yapmış olsun. Bitti gitti. Nasıl bilirdiniz? Gömün gitsin. Ailesi ne diyor?”
“Babasına oğlunun daha evvel de intihara teşebbüs ettiğini bildirdikleri için babası herhangi bir dava açma niyetinde değil.”
Hüseyin, “Burada insan hayatı da dâhil, her şey çok ucuz. Yeter ki prosedürler yerine getirilmiş olsun.” diye mırıldanarak koğuşuna yöneldi.
İlk Yorumu Siz Yapın