Gece yarısı Ağır Suçlar bürosundan arandım. Müvekkilimin ifadesinin alınacağını, bir saat içinde gelebilirsem bekleyeceklerini söyleyen memura şüphelinin adını sordum, Kenan, dedi. Üst aramasında benim kartvizitimin çıktığını, avukat olarak bana haber verilmesini istediğini anlatırken, adı hiçbir çağrışım yapmayan şüpheliyi nereden tanıdığımı düşünüyordum. Gidince öğrenirim deyip geleceğimi bildirdim.
Manen çökmüş genç bir adam vardı karşımda. Beni tanıyacak hâli de, kartvizitimi nereden aldığını hatırlayacak durumu da yoktu. Şüphelinin polis olması dolayısıyla büro epey kalabalıktı. Yeni gelen her polise şüpheli gösteriliyor, üzerine yönelen nefret bakışlarıyla daha da eziliyordu Kenan.
Önce meslektaşlarıyla görüştüm. Büro amiri komiser, reşit olmayan bir kızla cinsel ilişki şikâyetiyle işlem yaptıklarını, Emniyet Müdürü’nün de haberdar edildiğini, hatta bizzat gelerek şüphelinin yüzüne tükürdüğünü, aralarındaki bu ahlaksızlar sebebiyle polislik mesleğinin onurunun ve vatandaş nezdindeki saygınlığının zedelendiğini bir arkadaş sohbeti havasında anlattı.
Ben gelene kadar yoğun bir psikolojik şiddetle, suçlamayı kendisine dayatılan şekilde kabul etmişti.
Şüpheliyle yalnız görüşmek istediğimi söyledim. Baskı altında kalmaması ve kimsenin izlememesi için oda pencerelerinin jaluzilerini de kapattırdım. Şüphelinin ruhsal çöküntüde olduğunu, kendine bir fenalık yapabileceğini söyleyen komiser, oturduğu koltuktan kalkmaya bile teşebbüs etse hemen kendilerine seslenmemi rica etti.
Baş başa kaldığımızda; polis memuru olarak görev yaptığını, eşinin Kur’an Kursu öğretmeni olduğunu, bir çocuğunun bulunduğunu, bu hadiseye kadar hiçbir onursuz davranışının olmadığını, sicilinin temiz ve çevrede mazbut biri olarak tanındığını, bu hadisenin gelişiminde kendi kusuru kadar onu oyuna getirenlerin de sorumlu olduğunu anlattı.
Dosyasını inceledim, mağdure aslında reşitti. Ancak zekâ geriliği olduğuna dair raporu vardı. ‘Zihnen kendisini savunamayacak kişiye karşı’ nitelemesi yerine yanlışlıkla ‘küçük yaştakine tecavüz’ olarak adlandırılmıştı. Kızın daha önce de benzer şikâyetleri olduğunu öğrendim.
Edindiğim kanaat; bizim acemi tecavüzcü zaten bir şey becerememiş, eylemi soymak ve dokunmak aşamasında kalmış, kendisinden para isteyen kızın talebini karşılamayınca da şikâyet edilmişti.
Kızın şikâyetini okudum, ayrıntılarıyla bir tecavüz sahnesi tasvir ediyordu. Çok da etkileyiciydi. Küçük küçük ayrıntılarla bezenmiş bu hikâyeyi dinleyenin inanmaması mümkün değildi. Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde pek de zekâ geriliğinden mustarip görünmüyordu. Bu raporun ardına sığınılan bir suiistimal var gibiydi.
Kanaatimi şüpheliye aktardım. Suçu doğrudan kabullenmemesini, bana anlattığı şekilde ifade vermesini söyledim. Sözlü olarak verdiği ifadede suçu istenildiği şekliyle kabullendiğini, Emniyet Müdürü’ne dahi aynı ifadeyi verdiğini, şimdi ifadesini
değiştirmesinin mümkün olup olamayacağını sordu. Ceza kovuşturmasında doğru bilinen yanlışlar sıralamasında bence ilk üçte yer alan “şifahi görüşme” yahut “sözlü ifade” kavramlarının hukukumuzda yerinin bulunmadığını, bu kavramların kollukça uydurulduğunu, ifadenin tek türünün olduğunu, “yazılı ifade” dışındaki sözlü anlatımların hukukumuzda yerinin bulunmadığını, dolayısıyla yazılı ifadesinde anlatacaklarının kabul göreceğini izah ettim.
İfade için hazır olduğumuzu bildirdim. Kimlik ve adres tespitinden sonra yazıcı polis; “Anlat bakalım, nasıl tecavüz ettin?” deyince Kenan; “Ben tecavüz falan etmedim. Suçlamayı kabul etmiyorum.” dedi. Şaşkınlıkla; “Avukat Bey, sözlü ifadesinde kabul etmişti her şeyi?” diye sordu. Ona da sözlü ifade, yazılı ifade kavramlarını açıkladım. Komiserini, komiseri de Emniyet Müdürünü aradı. “Avukatı gelince başka konuşmaya başladı müdürüm.” lafını belli belirsiz duydum. Müdür de; “Ne söylerse onu yazacaksınız.” deyip kapamış telefonu.
Ertesi gün tutuklamaya sevk edildi. Sulh Ceza hâkimi hanım, dosyalarına vakıf, titiz bir hukukçu. Kararını açıklarken; “Senin masum olduğuna inanmıyorum ama mağdurenin kendisini savunamayacak derecede akıl zayıflığı olduğuna hiç inanmıyorum. Hâkimi kandırdım zannetme. Cezai karşılığı olmasa da, evli barklı bir polis memurunun bu yaptığı ahlaksızlıktır, bunu da bil!” deyip tutuksuz yargılanmasına karar verdi.
Yargılama aşamasında eşi, müşterek çocuklarının velayetini de alarak boşandı. İdari soruşturma neticesi polislik mesleğinden atıldı. Onca yıl yaşanmamış gibi Kenan, liseden mezun olduğu günlerindeki gibi her şeye yeniden ve sıfırdan başlayacaktı.
Bu sorunlarıyla Kenan’ı baş başa bırakıp savunmanlığımıza dönersek; mağdurenin bu işlerden maddi çıkar elde etmek amacını gösterir daha önceki şikâyetlerini delil olarak sunduk. Adli Tıp’tan da
akıl zayıflığının bulunduğu, ancak bunun kişinin yaşamını etkileyebilecek, doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyetini ortadan kaldırabilecek, kendini savunamayacak nitelikte bulunmadığına ilişkin gelen raporla birlikte sanığın beraatine karar verildi.
Ağır Ceza Reisi kararı yazdırırken mağdurenin soyadının değişmiş olduğunu fark etti.
“Bizim kız evlenip gitmiş, biz neyle uğraşıyoruz?” diye söylenerek yazdırmaya devam etti.
İlk Yorumu Siz Yapın