MÖ dört binli yıllara dayanan en eski ve sürekli medeniyetlerdendir. İranlılar yedinci yüzyıla kadar dünyanın en eski tek Tanrılı vahiy dini Zerdüştlüğü(*) benimsemişler, sonrasında İslam’ı kabul etmişlerdir. Reddedenler ise genellikle Hindistan’a göç etmişlerdir. Günümüzde İran’da 30.000 kadar Zerdüşt kalmıştır.
İran’ın jeopolitik konumu, bilimsel ve sanatsal hazineleri sıklıkla istilacıların iştahını çekmiştir. Bu yüzden birçok bilim adamı, şair ve düşünür için cazibe merkezi olmuş, bir yandan da çok sayıda işgale uğramış, yine de tüm bilim, sanat ve edebiyat birikimini ve varlığını sürdürebilmiştir.
Günümüzde Türkiye’nin iki misli yüzölçümüne ve Türkiye’yle hemen hemen aynı nüfusa sahip bir ülkedir. Ambargolar altında geri kalmışlığına, gezimiz sırasında bizzat tanıklık ettik.
Nüfusunun%90’ı Şii, %10’u Sünni’dir. Şiilik, bilhassa Safevi Hanedanlığının yönetiminde hızla yayılmıştır.
En çok kitap basılan dünyanın 7. ülkesi İran’ın sineması, şiir ve edebiyatı izahtan vareste.
Yıllardır maruz kaldığımız menfi propagandanın taraflı ve birçok yönden yalan olduğuna da tanıklık ettik bu seyahatimizde.
Şii mezhebinin bakış açısında resim ve heykel yasak değil. Aksine bu sanat dalları oldukça gelişmiş. Örneğin Türkiye’de 2-3 bin kayıtlı amatör fotoğrafçı varken bu sayı İran’da 60 binin üzerinde. Hele plastik sanatların mukayesesi bile imkânsız. Bunlardan bazılarını ilerleyen bölümlerde paylaştım.
Resmi ya da özel binaların birçoğunda heykel ya da kabartma süslemeler kimseyi şaşırtmıyor. Hz. Ali ve devrim önderlerinin boy boy resimlerini her yerde görmek mümkün.
İşte gezdiğimiz şehirlerden bir kısmının fotoğrafları, küçük bilgi ve hikayeleri…
(*) Zerdüştlük, iyi ve kötünün savaşını temel alan, Ahura Mazda adındaki tek Tanrıyı kabul eden, ölümden sonra dirilişe imanı zorunlu kılan bir dindir. İbadetler ateşe, aydınlığa veya güneşe yönlenerek yapılır. Çünkü ışık Ahura Mazda’nın fiziksel temsilidir. Zerdüştlüğün İbrani dinlere de büyük etkisi olduğu düşünülmektedir.
Tahran
İran’ın başkenti ve en büyük şehridir. Küçük bir yerleşim yeri olmaktan çıkıp, önemli bir şehir haline gelmesi yakın zamanlardadır. (İran tarihinde ‘yakın zamanlar’ birkaç yüzyılı ifade etmektedir.)
Günümüzde 18 milyonluk nüfusuyla dev bir metropol olan Tahran’ın mimari, ulaşım ve sair şehirleşmeye dair gelişimi, nüfusuna göre ferah kabul edilebilecek bir kenti ortaya çıkarmış.
Ergenler bildiğiniz gibi; “Her yerde aynı!”
Nispeten yeni bir kent olmakla birlikte, diğer kadim kentlerdeki gibi Tahran’da da Kapalı Çarşı kültürü oldukça yaygın ve rağbet görüyor.
Azadi (özgürlük) Meydanı ve Anıtı
Azadi Anıtından Tahran manzarası
Şah döneminde işkence ve tutuk evi olarak kullanılan binaların büyük bölümü devrimden sonra aynıyla muhafaza edilmiş, işlevlerine birer müze olarak devam etmişlerdir.
SAVAK, İran’ın casus yetiştirmek ve istihbaratçı eğitmek amacıyla CIA yardımıyla kurulan ve 1957 ile 1979 yılları arasında faaliyet gösteren istihbarat teşkilatıdır.
Adı, İran eski savunma bakanı Ali Rıza Asgari’nin kaybolmasıyla gün- deme gelmiştir.
SAVAK’ın tutuklama ve soruşturma yetkileri neredeyse sınırsızdı ve kendi gözaltı merkezlerinde işkence gibi bir dizi sorgulama yöntemleri kullanılmaktaydı.
Yurt dışında yaşanan bazı şüpheli ölüm ve ortadan kaybolmaların birçoğunda SAVAK’ın parmak izini görmek mümkündür.
Kanlı ve karanlık tarihi boyunca 100 bin dolayında İranlıyı işkenceden geçirdiği tahmin edilmektedir.
SAVAK işkencesi sonucu ölenlerin isimleri plakalar halinde , SAVAK’ın sorgularının yapıldığı ve şimdi müze haline getirilmiş binanın duvarlarına çakılmış. İşkence ve sorgu yöntemlerinin canlandırıldığı mizansenler eşliğinde tutukluların özel eşyaları ve mektupları da sergilenmektedir.
Bu binada Mahmud Ahmedinejad, Haşimi Rafsancani gibi bizim de isimlerine aşina olduğumuz, devrim sonrası üst düzey görevler almış İranlılar da işkenceye maruz kalmış. Bu kişilere ait özel eşyalar ve mektuplar sergilenmektedir.
Kum
İran İslam Devrimi’nin temellerinin atıldığı ve başladığı kent olarak ünlenmiştir Mollalar Şehri veya Ayetullahlar Kenti olarak da bilinir. On İki İmam’ın sekizincisi İmâm Ali er-Rızâ’nın kız kardeşine ait Fatıma bint Musa el-Kâzım türbesi de bu kenttedir.
Medreselerinde 30.000’e yakın molla eğitim görmektedir. Devrimi kuran ve koruyan mollaların tamamına yakını bu şehirde yetişmektedir.
İmam Humeyni’nin de defnedildiği Kum kentindeki bu dini kompleks, dindar Şiiler bakımından önemli bir ibadet yeridir. Yeme içme ve diğer sosyal alanların yer aldığı dış cephenin içinde azametli ve çokça süslü bir meydan bulunmaktadır. Kâbe’yi andırır tarzda yapılanma ve kutsal bir vazifeyi ifa etme duygusuyla buraya gelen Şiiler, yüksek sesle dillendirilmese de bizde bir nevi Umre ya da Hac alanı duygusu yarattı.
İsfahan
Tarihi İpek Yolu’nun masalsı kenti İsfahan, kendi adını taşıyan eyaletin yönetim merkezi ve aynı zamanda ülkenin üçüncü büyük şehri.
Siesepol Köprüsü
Şah İsmail’in İran’da kurduğu Safevi Devleti, İsfahan’da görkemli mi- mari eserler inşa etti. Safevi İmparatorluğu’nun kuruluşunun 100. yılı olan 1602’de İsfahan’ı ikiye bölen Zayende Nehri üzerinde inşa edilen Siosepol Köprüsü bunlardan biridir. Safevi Şahlarından en görkemlisi sayılanlarından
I. Abbas’ın gözde generali Allahverdi Han tarafından inşa ettirilmiştir.
33 kemer üzerine oturan köprü, adını da (Siese, 33) buradan almıştır. Safevi köprü tasarımının en ünlü örneklerinden biridir.
Günümüzde sulama barajları nedeniyle üzerinde bulunduğu nehir kurumuş. İsfahanlıların mırıldandığına göre; Nehrin yukarısındaki barajlarda tutulan sular üst düzey yöneticilerin tarım arazilerinde ya da fabrikalarında kullanıldığından nehir yeniden canlandırılamamaktadır.
Gezdiğimiz kentlerde hemen her mahallede bir kitapçı ve bir sinema sa- lonu görmek bir süre sonra sizi şaşırtmıyor.
Yazar ve şair sayısı, basılan kitap rakamları, İran’ın dünya ortalamasında- ki üst sıraları layıkıyla hak ettiğini gösteriyor.
İran sineması hakkında bir şey yazmaya gerek yok sanırım.
Nakşı Cihan Meydanı
Dünyadaki tüm güzelliklerin yarısının bu meydanda olduğu söylenir. Meydanı çeviren anıtsal yapılar ve saraylar, zarif İran zevkiyle süslenmiştir.
Çehel (Kırk) Sütün Sarayı, Çaldıran Muharebesi duvar minyatürü
Osmanlı yönetimi, İran Şii etkisinin Anadolu’da günden güne artmasını ve Şah İsmail’in Kızılbaş inancına sahip olmasını ve Anadolu’daki gücünün gittikçe büyümesini, devletin bekası bakımından ciddi bir tehlike olarak gör- müştür. II. Bayezid’in Şii mezhebini sapıklık kabul etmesiyle Anadolu’da bir- çok alevi öldürülmüş ya da sürgün edilmiştir. Buna rağmen I. Selim babasının Anadolu Kızılbaşlarıyla yeterince mücadele etmediğini düşünmektedir. Kimi tarihçilere göre Selim’in, babasına isyan ederek tahtı ele geçirmesinin sebebi budur.
Yavuz ve Şah İsmail’in güç gösterisi olan Çaldıran savaşında, Osman- lı ordusu kesin bir galibiyet kazandı. İran içlerine ilerlemeyerek İstanbul’a dönüldü. Safeviler, Doğu Anadolu hariç yitirdikleri toprakları savaşsız geri aldılar.
Bu minyatüre yüklenen anlama gelince; Osmanlı tarihçilerinin aksine, Safeviler Çaldıran Muharebesi sonucunda Osmanlı’nın İran’ı istila yürüyü- şünü kestiklerini, bu savaşın Safevilerin bir zaferi olduğunu iddia etmekte- dirler. Oysa ne I. Selim zamanında, ne de sonrasında Osmanlının İran’ı istila düşüncesi ya da ideolijisi hiç olmamıştır.
Urumiye
Tebriz
Hayatımın en gurur duyduğum anlarından birini Tebriz’de yaşadım. İran seyahatimiz öncesi; “Aman resmi binaları çekmeyin, devlet binalarından uzak durun.” diye sıkı sıkıya tembihlenmiştik. Batı haber ajansları kaynaklı bu menfi propagandanın gerçeği yansıtmadığını bizzat deneyimledik.
Tebriz’de Mollaların ders yaptığı bu devasa caminin önünde pusuya yatıp, gizliden Molla fotoğrafı çekmeye çalışıyorduk. Tam camiye girerken Mollanın biri bizi fark etti.
“Nereden?” diye işaret etti. “Türkiye” dedik.
Yüzüne bir gülümseme yayıldı; “Oo, Mustafa Kemal’in çocukları, içeri gelin.” diye camiye davet etti bizi.
Mustafa Kemal’in çocukları hitabı öyle hoşumuza gitti ki… İranlı bir Molla için bile bu kadar önemli ve saygı değer olan Mustafa Kemal’in çocuk- ları olmak gururlandırdı bizi. İçeri girdiğimizde diğer mollaların ayağa kalktığını görünce bizi davet eden mollanın önemli biri olduğunu anladık. Bizi işaret ederek; “Türkiye’den gelmişler, bizi filme çekecekler.” deyip oturdu ve koyu bir sohbete başladılar.
Biz de hem Mustafa Kemal’in çocukları olmaktan hem de baş mollanın davetinden şımararak koca fotoğraf makinalarımızı mollaların yüzüne dayaya dayaya birçok fotoğraf çektik.
Ayrılırken baş molla ayağa kalkıp bizi uğurladı. O ayağa kalkınca di- ğerleri de kalktı. Bu olanlardan kim gurur duymaz ki? (Ben biliyorum da siz biliyor musunuz diye soruyorum.)
İran’da plastik sanatların üst düzeyde olduğundan daha önce de söz etmiştim. Bunların en iyi örneklerini Tebriz müzesinde gördük.
Şairler Mezarlığı
Şairler Mezarlığı’na sahip olan dünyadaki tek kent Tebriz’dir. Bu yapının ismi her ne kadar Şairler Mezarlığı olarak adlandırılsa da sadece dönemin şairleri defnedilmemiş, yanı sıra dönemin ünlü yazarları, önde gelen bilim adamları ve etkili mutasavvıfların mezarları da burada yer almaktadır.
Şairler Mezarlığı 11. yüzyılın başından itibaren İran şiiri, edebiyatı ve düşünsel hayatı için ölümsüzlerini misafir etmeye başlamıştır. Nereden bak- sanız bin yıllık bir gelenek. Dedesinin babasının adını ya da nerede medfun olduğunu bilemeyen biz göçebe milletler için akıl alacak şey değil.
Tarih boyunca Şairler Mezarlığı’na defnedilmiş olan tüm şairlerin kaydı tutulmuştur. Özenle tutulan bu kayıtlara göre, mezarlıkta toplamda 500 şairin mezarı bulunmaktadır.
1906 yılında Tebriz kentinde dünyaya gelen Türk şair Şehriyar, Türk ve İran şiirinin önemli figürlerindendir. 18 Eylül 1988 yılında vefat ettiğinde buraya defnedilmiş ve 18 Eylül günü İran’ın tüm kentlerinde “Milli Şiir Günü” ilan edilmiştir.
Khaghani Shervani
Amir Nezam Evi
Yetenekli bir asker ve yönetici olarak tanınan Amir Nezam aynı zamanda kendine has üslûbuyla usta bir hattattı.
İran hakkında son söz;
Seyahat ettiğimiz yerler Azerbaycan eyaletindeydi. Bu nedenle dil so- runumuz hiç olmadı. Sandığımız gibi aşırı bağnaz ve baskıcı bir rejim gör- medik. Kadın hayatın her yerinde. Bazen kondüktör, bazen müze müdürü… Baş örtüsü yarım yamalak. Hatta plastik sanatlar müzesi müdiresine başını ta- mamen açarsa ne olacağını sorduk. Önce uyarılacağını, ısrar ederse karakola davet edileceğini ve başını örteceğine dair bir taahhütname imzalatılacağını, yine ısrar ederse para cezasına çarptırılacağını anlattı.
Koyu dindarlar ve mollalar dışında sarık ve cübbeyle dolaşan yok. Çar- şaflı kadın yalnızca Kum’da gördük. Pek çok çarşıda esnafın neredensiniz sorusuna Türkiye diye cevap verince bir ağızdan “En büyük Türkiye!” diye bağırdıklarına da tanık olduk.
Halkın büyük kısmı, daha çok da gençler mollaları sevmiyor. Batı ile en- tegrasyon istiyorlar. Ambargolarla yalnızlaşmanın bedelini ağır ödediklerini düşünüyorlar. Türkiye rejimine hayranlar. “Hem Müslüman hem laik. Namaz kılacaksan en iyi camiler var. İçki içeceksen çok güzel yerler var.” diye özet- liyorlar bu hayranlıklarını.
Bazuka büyüklüğünde fotoğraf makinalarımızla resmî kurumları, hatta sütün başlıklarındaki boynuzlu at figürlerini çekmek için Dışişleri binasının kapısına fazla yaklaşıp girişi engellemişiz. Bir de baktık içeri girecekler sabır- la ve tebessümle bizim fotoğraflamayı bitirmemizi bekliyor.
Birçok ürünün markaları ve logoları Türkiye’dekilere benzetilmiş. Türk televizyonlarında en çok reklamları sevdiklerini söylüyorlar. 10 gün boyunca bir kez yanımızdan geçen polis arabasından nereden işareti yapıldı. Türkiye deyince selam verip gittiler.
Tüm bunlar komşularımızla sıfır sorun politikamızdan önceydi. Şimdi durum nedir, bilemiyorum.
İlk Yorumu Siz Yapın