İçeriğe geç

SOSYAL DEVLET

Parkta sarı sonbahar yaprakları üzerinde el ele yürüyen genç çift, bankta tek başına oturan genç bir kızın sessizce ağladığını görünce, merhamet hissiyle ona yöneldiler.

“Merhaba, benim adım Melike. Çok kederli görünüyorsun.

Anlatmak ister misin?”

“Ben de Seda. Ölmek istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.” diye cevap veren kız kendini iyice bıraktı, haykırarak ağladı, ağladı…

Melike ne yapacağını şaşırmıştı. Birkaç faydasız teselli cümlesi söyledi. Eşine bakarak uzaklaşmasını işaret etti.

Bankta genç kızın yanına oturup; “Anlat, kız kıza bir çözüm buluruz belki.” dedi.

“Hiç kimseye derdimi anlatamıyorum. Anlatılacak şey değil zaten. Öylesine doluyum ki… Sizi de derdimle sıkmayayım.”

“Anlat, lütfen. Gerçekten sana bir faydam olsun istiyorum.” “Ben hamileyim.”

“E, ne güzel. Biz eşimle beş yıldır bir bebek sahibi olamadık ve olamayacakmışız. Ne mutlu sana.”

“Öyle değil. Ben üniversite öğrencisiyim. İnternetten tanıştığım Sertaç adında bir ahlaksızla güya sevgili olduk. Anlattığına göre Sertaç, otuzlu yaşların başındaydı; Samsun’da babasının çorap fabrikasını yönetiyordu. Beni o kadar çok seviyordu ki, üniversiteyi bitirmemi bile beklemeden ailesiyle istemeye geleceklerini söylüyordu.

Bu ay, önümüzdeki ay, dedem hastaneden çıkar çıkmaz, babam anjiyo oldu, iyileşir iyileşmez… gibi yalanlarla beni oyalıyordu. Ben onu sevmiştim ama daha kötüsü, onun da beni sevdiğine inanmıştım. Bu arada beraberliğimiz de mesafe kat etmişti. Bir gün hamile olduğumu fark ettim. Hemen Sertaç’ı arayıp, bir an önce beni istemeye gelmeleri gerektiğini söyledim. Güya çok sevindi. ‘Haftaya çarşambaya Bursa’dayız.’ dedi.

Sonraki aramalarımda telefonu açmamaya başladı. Birkaç çarşamba gelip geçti, bir türlü görüşemiyorum… Ne telefonla ne sosyal medyadan. Oyuna getirildiğimi anladım. Sosyal medyadaki ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla kendisine ulaşıp görüşebildim. Bana, hasta olduğundan söz ettiği dedesinin öldüğünü, yasta olduklarını, telefonlarımı bu yüzden açamadığını, dedesinin kırkı çıkınca soluğu bizim evde alacaklarını anlattı aceleyle. Ben yine inandım.

Kaç kırk çıktı bilmiyorum ama hamileliğim beş aylık olmuştu.

İnternetten, ortak arkadaşlardan, sosyal medyadan bu şerefsizi araştırdım. Samsunlu olduğu dışında her söylediğinin yalan olduğunu öğrendim. Babası hiçbir sosyal güvencesi olmayan yaşlı  bir dilenciydi. Yıllar önce annesi, nikâhlı olduğu hâlde biriyle kaçıp gitmişti ve nerede olduğu bilinmiyordu. Kendisi de kırk yaşında, internette kedi köpek yavrusu satmaya çalışan ipsizin tekiydi.

Artık yedi aylık hamileydim. Bu hamilelikten kurtulma şansım çoktan bitmişti. Ailem tutucu bir ailedir. Hoş, tutucu olmasalar bile yenilir yutulur bir şey mi benim durumum? Hele

ağabeyim kesin öldürür beni. Kimseye anlatamadım tabii. Hamileliğimi gizleyemez hâle gelince, Mudanya’da fason perde dikişi yapan arkadaşımın sipariş yoğunluğu nedeniyle yardıma ihtiyacı olduğunu, iki ay onda kalacağımı söyleyip evden ayrıldım. Doğuma pek az bir süre kaldı. Ölüp kurtulmalıyım ama nasıl?”

Şaşkınlıkla dinleyen Melike, sevinç hissine kapılsa da belli etmemeye çalışarak en kederli yüz ifadesini takındı.

“Seni anlıyorum. Durumun zor ama Allah verir bir çaresini.

Belki de çare ayağına geldi.” “Nasıl yani?”

“Anlattığına göre yakında, hiç kimseye izah edemeyeceğin bir bebeğin olacak. Bu senin için, ölmeyi isteyecek kadar büyük bir sorun. Ama sorunu olan yalnız sen değilsin. Eşimle severek evlendik. Beş yıldır gitmediğimiz hastane ve tıp merkezi kalmadı. Sayısız tedaviler geçirdik, yine de Allah vermedi işte. Çocuğumuz olmuyor.

Birbirimizi çok sevdiğimiz hâlde, gerçek bir aile gibi hissedemiyoruz.

Yaşama sevincimiz kalmadı desem yeridir. Sana, sorunlarından kurtulacağın bir teklifte bulunacağım ama uzun uzun konuşmak lazım. Bu akşam bize gel, hatta bizde gecele. Etraflıca konuşuruz. Güvenemiyorsan, bizim yaşlılarla altlı üstlü oturuyoruz, onları da çağırırım. Sen de istersen bir arkadaşını alıp gelirsin.”

Birkaç dakika önce tanıştığı birinden bu sözleri işiten Seda, bir yandan yabancı birinin evine gitmenin hatta orada gecelemenin tehlikelerini düşünüyor, bir yandan da durumunun vahameti karşısında kendisini bir şeyler yapmaya mecbur hissediyordu.

“Adresinizi ve telefonunuzu verin. Gelmeye karar verirsem sizi ararım.”

Melike sevinçle bir kâğıda adresini ve telefonunu yazdı. Kâğıdın yanına bir miktar para koyup; “Gelirsen taksiyle gel. Bebeği toplu taşımalarda üzme…” diyerek para ve kâğıdı Seda’nın eline tutuşturdu.

Seda parktan çıkıp, yanında kaldığı arkadaşının iş yerine doğru giderken, Melike’nin sözlerini tekrar tekrar aklından geçiriyor, muhakeme etmeye çalışıyordu. Belli ki bebeği isteyeceklerdi. Bunu nasıl yapacaklardı? Kendisini bu durumdan nasıl kurtaracaklardı?

Bunlar iyi yönde düşünceleriydi. Bir de kötüsü vardı. Kim olduklarını bilmediği insanların evinde başına neler gelebileceğini düşündükçe, ruhu cendereye alınmış gibi sıkılıyordu.

İşyerine geldiğinde arkadaşı harıl harıl çalışıyordu. Selamlaşmalarının ardından yeniden işine daldı. Bir süre sonra Seda’nın düşünceli hâlini fark etti.

“Hayrola, çok düşüncelisin?”

Kendinden epeyce büyük arkadaşının bu sorusunu bekleyen Seda, parkta yaşadıklarını bir çırpıda anlattı. Arkadaşının vereceği akla güveniyordu.

Perdeci elindeki işleri bıraktı. Bir müddet düşündü. Detaylı sorularla durumu iyice kavramaya çalıştı. Adrese baktı, genellikle eski Mudanyalıların ikamet ettiği nezih bir semtteydi.

“Tamam. Birlikte gidelim. Birkaç arkadaşıma adresi verelim. Yarım saatte bir beni arasınlar. Telefonu açmazsam hemen polise bildirsinler.”

“Rahatladım vallahi. Bana en iyi arkadaşlığı ve ablalığı yaptın şimdiye kadar, yine yapıyorsun. Sana minnettarım. Geleceğiz, diye arayayım mı?”

“Ara bakalım. Bugünden hayır gelmez artık. Hemen geliyoruz de. İhtiyarları da evde olsun.”

Perdeci de yakın birkaç arkadaşını arayıp, fazla detaya girmeden, yapmalarını istediği şeyleri anlattı. Ardından hepsine mesajla adres bilgisini gönderdi. Çantasından ayırmadığı biber gazını kontrol etti. Her ne kadar abla rolündeyse de, o da çok korkuyordu.

Çağırdıkları taksiye oturdukları andan itibaren bildikleri tüm duaları okuya okuya yola çıktılar. Onlara uzun gelen bir yolculuğun sonunda adrese ulaştılar. Etrafa bir göz gezdirdikten sonra perdeci, zillere baktı. Çiftin dairesine ait olanı bulup butona bastı.

Yaşlı bir çift kapıyı açtı. Hemen arkalarında Seda’nın parkta tanıştığı Melike ve Samet duruyordu. Melike atılıp; “Kayınvalidem ve kayınpederim. Alt katımızda oturuyorlar. Buyrun lütfen!” diyerek içeri davet etti.

Misafir odasına geçerken perdeci, inceleyen gözlerle etrafına bakınıyordu. Eşyaların durumundan zengin olmadıklarını anladıysa da geçim sıkıntısı çekmedikleri belliydi.

Hoşbeşten sonra Samet; “Otomotiv yan sanayiinde dolgun maaşla düzenli bir işim var. Alt kat babamların, bu kat bizim mülkümüz. Kira derdimiz yok. Çok iyi olmasa da bir arabamız var. Anne ve babam sağlıklı insanlardır. Bize hep yardımcı olurlar. Onlar da torun hasreti çekiyorlar,” deyip anne babasına baktı.

Konuşması süresince başlarıyla Samet’i tasdik eden anne ve babası da Samet’in söylediklerini destekleyici konuştular.

Bebeği en iyi koşullarda büyüteceklerini, dilediği zaman görebileceğini, başka çocukları olmadığını, her şeyin bebeğe kalacağını, geleceğinin de böylece güvencede olacağını, hatta Seda’yı da artık evlatları belleyeceklerini anlattılar.

Seda, şimdiye kadar söylenenlerden memnundu. Bebeğin kendi nüfusunda görünmesini istemediğini, bu işi nasıl yapacaklarını sordu. İyi hazırlandıkları belli olan Samet ve Melike, öncelikle şimdiye kadar hiç doğum uzmanına gitmemiş Seda’yı ve bebeği

muayeneye götürmek istediklerini, yapılması gereken müdahaleler  ya da tedaviler varsa yaptıracaklarını, doğum için özel bir kliniğe Melike adıyla yatırıp çocuğu doğrudan nüfuslarına almak istediklerini, tüm bunları en iyi koşullardaki yerlerde masrafları tamamen kendilerine ait olacak şekilde yapacaklarını ayrıntılarıyla anlattı.

Seda iyice rahatlamıştı ama bu kadar çabuk karar da veremiyordu.

“Arkadaşımla başka bir odada yalnız görüşebilir miyim?”

“Elbette!” deyip bir odayı gösterdiler. Bebek odası olarak özenle düzenlenmiş, beşiğinden zıbınına, oyuncaklarından biberonuna kadar yığınla eşyanın bulunduğu odayı görünce Seda hıçkırıklara boğuldu; “Abla, ben neden yavrumu böyle büyütemiyorum?”

“Şimdi sırası değil, ağlamayı kes de durumu konuşalım. Bu odadan da belli, nasıl bir çocuk hasreti çektikleri. İyi insanlara benziyorlar. Zaten bir bebeğe kötülük yapabilecek kaç vicdansız vardır ki? İsim ve adreslerini biliyoruz. Sen bebeği ziyarete geldiğinde olumsuz bir durumla karşılaşırsan, isimsiz olarak ihbar eder, devlet korumasına aldırırız. Ben olumlu bakıyorum ama karar senin. Hesabına göre doğuma birkaç gün kaldığını da unutma!”

“Ben de senin gibi düşünüyorum. Olumlu cevap vereceğim ama bu gece burada kalmam. Yarın muayenedeki tutumlarına göre bir daha değerlendiririz.”

Misafir odasına döndüler. Seda, teklife olumlu baktığını, ertesi gün için muayeneye gidebileceklerini, ancak gece kalamayacağını tekrarladı. Samet, Melike ve kayınpederi ile kayınvalidesi öylesine sevindiler ki, hızını alamayan kayınpeder, yapma etme deseler de yerinden kalkıp zıpladı. Düşüşü sert olmuştu

ama umurunda değildi. “Allah razı olsun senden kızım!” deyip duruyordu.

Samet hemen özel bir hastaneyi arayıp ertesi gün için randevu aldı. Vedalaşırlarken, yaşlı adam Seda’nın eline para sıkıştırdı. Seda hafifçe kızarak reddetmeye kalkınca; “Sen de benim bir kızımsın artık. İnsan babasından harçlık almaz mı? Torunuma iyi bak!” deyip tartışmayı bitirdi.

Randevu aldıkları özel hastaneye bu kez yalnız gelen Seda, Melike ve Samet’i heyecanla beklerken gördü. Selamlaşmanın ardından Seda’nın eline Melike’nin kimlik kartını tutuşturdular. Hasta başvuru formunu buna göre dolduran Seda, saflıktan mı, heyecandan mı bilinmez, irtibat telefonu olarak kendi telefonunu yazdı.

Melike rolündeki Seda’nın hamilelik öyküsünde dokuz ay boyunca hiç doktora gitmemesini hayretle karşıladı kadın doğum uzmanı. Sosyal Güvenlik Sigortasına dâhil olmadığı için tıbbi yardım almadığını düşündü önce. Dosyasını kontrol edince yıllardır eşinin üzerinden güvencesinin olduğu, geçmiş üç yıl içinde tüp bebek tedavisi de dâhil birçok defa özel hastane müracaatlarının olduğunu gördü.

Hasta formuna ‘şüpheli bir durum’ olabileceğine dair not düşerek, gerekli muayene ve tahlilleri yaptı. Sonuçlar mükemmeldi. Fetüs, sağlıklı ve normal gelişiminde bir kızdı. Annenin durumu da iyiydi. Doğum bir iki gün içinde olabilirdi. Sancılarının sıklığı belli bir periyoda gelirse hemen bir doğumevi ya da kliniğe gitmesini önerdi. Bunları Seda’ya (sahte Melike’ye) anlatırken, şüphelerinden hiç bahsetmedi.

Seda’dan doktorun anlattıklarını dinleyen Melike ve eşinin yüzü aydınlandı. ‘Kör istemiş bir göz, Allah vermiş iki göz.’ diye mırıldanan Samet, “hem de kız” diyerek gülücüklerle memnuniyetini belli etti. Kendilerince işin zor kısmını atlatmışlar, Seda’yı Melike olarak kayda geçirmişlerdi.

Madem bebek bir-iki gün içinde gelecekti; Seda’nın evlerinde kalmasını, böylece sancılar sıklaşınca derhal hastaneye götürebileceklerini teklif ettiler. Hatta bunun elzem olduğunu söylediler. Bu fikir Seda’nın da aklına yattı, birlikte Samet ve Melike’nin evine geldiler. Melike için hemen bir oda düzenlendi. Rahatı için elden gelen yapıldı. Yemek, çerez, meyve, canı ne  çekerse anında getiriliyordu.

Gerçekten ikinci gün Seda’nın sancıları belli sıklığa ulaştı. Aynı özel hastaneye götürüldü. Yine Melike ismiyle doğuma girdi, beyaz tenli güzel bir kız bebek dünyaya geldi. Bebeği Seda’nın odasına getiren hemşireler, onun bebeğini severken gözyaşlarına boğulmasını doğum psikolojisine verdiler.

Kendilerini Seda’nın (sahte Melike’nin) ablası ve eniştesi olarak tanıtan Melike ve Samet odaya girdiklerinde âdeta gözleri kamaştı. Böyle güzel bir bebeği onlar da tahayyül etmemişti.

O gece hastanede geçirildi. Ertesi gün taburcu edildiler. Seda’nın istediği kadar evlerinde kalabileceğini, isterse bebeğini emzirebileceğini söyleyen Melike, bir yandan bebeğin sevinci, bir yandan da Seda’nın mahzun hâlinin üzüntüsü içindeydi. Seda, bebekle ilişki kurarsa asla ayrılamayacağını, yaşamı pahasına onu bırakamayacağını, hem kendi hayatını hem de bebeğininkini riske atacağını sezmişti. Teşekkür edip hızlıca arkadaşının evine gitti. Ağlayarak her şeyi anlattı. Arkadaşının verdiği yatıştırıcı ve doğumun yorgunluğuyla uzun süre uyudu, uyudu…

Samet, eşi ve bebeği eve bırakıp anne ve babasını haberdar ettikten sonra koşa koşa Nüfus Müdürlüğüne gidip, sevindiren haber anlamındaki Müjde ismini koydukları bebeklerinin nüfus kâğıdını aldı. Aynı heyecanla bayram sevinci yaşanan evine döndü. Anne ve babası, eşi ve kızları Müjde. İşte şimdi tam bir aileydiler.

Dokunmaya korkarak herkes Müjde’nin güzelliğini izliyor, nazara karşı Nas ve Felak sureleri dillerden düşmüyordu.

Ne kadar kişisel bağlantı kurmak istemese de dayanamayıp bir ay sonra bebeğini ziyarete gitti Seda. Saygıyla karşılandı, itibar edildi. Bebeğin tertemiz giysiler içinde özenle bakıldığı çabucak serpilmesinden de belliydi. Süt kokan yavrusunu titreyen elleriyle okşayıp kucağına aldı. Yine o bildik hüzün çökmüştü içine. Zoraki bir hoşbeşten sonra gitmek istedi. Kapılarının her zaman açık olduğunu, neye ihtiyacı varsa ellerinden geleni yapacaklarını söyleyen Melike’ye teşekkür edip ayrıldı.

***

On beş gün kadar sonra telefonu çaldı. “Melike Hanım?”

“Öyle biri yok. Yanlış aradınız.” deyip kapadı telefonu.

Kapar kapamaz da yaptığı hatayı anladı. Buz kesti. Hemen arayan numaraya döndü.

“Ben Melike. Az önce bir yanlışlık oldu. Tartıştığım kardeşim açtı telefonu. Bana kızgınlığından, öyle biri yok deyip kapattı. Buyrun, sizi dinliyorum?”

Bebeğinin topuk kanının alınması için hastaneye gelmeleri gerektiğini söyleyen doktor, şüpheli durum diye not aldığı bu hastadan şimdi daha da fazla şüphelenmişti. Durumu savcılığa bildirmekten başka seçeneği kalmamıştı.

İfadesi sırasında tir tir titreyen Seda’ya savcının tek kaşını kaldırarak bir kez bağırması yetmişti çözülmesi için. Sahte isim kullanarak kamu kurumlarını dolandırmak ve velayet görevini ihmalden Seda’ya karşı, nesebin değiştirilmesi ve sahtecilik suçlarından Melike ve Samet’e karşı soruşturma dosyası açan

savcılık, Müjde bebeği de devlet korumasına alarak bir polis eşliğinde çocuk yurduna gönderdi.

Hepsi Melikelerin evinde toplandı. Karalar bağlamışlardı. Babaanne bir yandan ağlıyor, bir yandan “Gitti kuzum…” diye inliyordu. Soruşturma, ceza… hiçbir şey umurlarında değildi. İlle de Müjde bebek!

Samet, metin olmaya çalışarak gözlerini kuruladı; “Öyle sevdik, öyle alıştık ki biz ona… Melike’nin kucağından bir dakika almak bile imkânsızdı. Zar zor alır, severdik. Ne yapacağız şimdi?”

Seda’nın aklına birkaç yıl evvel bir akrabasına yardım etmiş olan, pek memnun kaldıkları avukata danışmak geldi. Hemen akrabasını arayıp avukatın telefonunu aldı.

“En sağlıklı bilgiyi avukattan alırız, kalkın hadi.”

Orta yaşın üzerindeki avukat anlatılanları dinledi, arada sorular sordu.

“Sonuçta ne istiyorsunuz?”

“Biz bebeğimizi geri istiyoruz. Olursa bir de ceza davalarından kurtulmak!”

“Seda, sen ne istiyorsun?”

“Ben de aynısını. Yani bebeğimi bakabilme durumum yok.

Samet’le Melike’nin ona iyi ebeveynlik yapacaklarına inanıyorum.

Tabii bir de yargılanmak istemiyorum.”

“Öncelikle bebeği Seda adına yurttan almamız gerek. Aldıktan sonra kimde kalır siz karar verirsiniz. Bu durumu yasal hâle getirmek için evlat edinmeye izin davası açarız. En son soruşturma savcısı ile görüşür, durumu anlatırız. Suç işleme kastıyla değil de bilgisizlikten kaynaklanan yasa ihlali yaptığınıza ve durumun

tamamen insani olduğuna ikna edersek hakkınızdaki suçlamalar düşer.”

Avukatın önerdiği seçenekler hepsini rahatlattı. Hemen işlemlere başlamasını rica ettiler.

Gerekli vekâletleri alan avukat, savcılığa hitaben dilekçesini yazdı ve Seda’yı da yanına alarak savcılığın yolunu tuttu.

Soruşturma savcısı uzun yıllardır görev yapan, tecrübeli, babacan, ben davayı açayım da mahkeme karar versin, türünden üzerindeki işleri incelemeden paslayan biri değildi. Dosyalarını titizlikle inceleyen, tatlı sert tarzıyla ifade alan ve inisiyatif kullanan bu savcının Melike’nin dosyasına baktığını öğrenince avukat biraz daha rahatladı.

“Savcı Bey, Seda kızımız bir hayırsızın kurbanı olmuş. Ailesinden korkusuna böyle bir iş yapmış. Şimdi çok pişman. Bebeğini bir an önce alıp emzirmek istiyor. Malûm, daha bir buçuk aylık süt kuzusu yavru.”

Savcı bir yandan yüksek tonda Seda’yı azarlıyor, diğer yandan bebeğin Seda’ya teslimi için yurt müdürlüğüne müzekkere yazdırıyordu. Seda eziliyor, cevap vermek istiyordu. Ancak durumun farkında olan avukatı kendisine sus işareti yaptığından ses çıkaramıyordu.

Müzekkereyi alan avukat, savcıya teşekkür ederek Seda ile birlikte odasından çıktı.

“N’oldu avukat bey?”

“Tamam, savcı bey bebeği sana verdi.”

Dışarıda bekleyen Samet ve Melike de bu habere sevindi. Savcıdan Allah razı olsunlar, avukat beyin ayağına taş değmesinler havada uçuşurken çocuk yurdunun yolunu tuttular.

Elindeki müzekkere ile yurt müdürünün odasına giren avukat, güler yüzle karşılanıp buyur edildi, çayı söylendi. İşte  bundan sonra yaşananlar Sosyal Devletin ne olduğuna dair gördüğü ve okuduğu her şeyden daha fazla öğretici oldu avukata.

Yurt müdürüyle sohbet ederken bir yandan etrafa göz gezdiren avukat, rengârenk ve pırıl pırıl eşyalarla donatılmış, oyun alanları ve bol oyuncağın bulunduğu bu ortamdan çok etkilenmişti.

Bir an aklına Çocuk Esirgeme Kurumu’nun 1960’lardaki yardım toplama sloganı geldi aklına. Meraklısı olduğu siyah beyaz Türk filmlerinden birinde, boynuna bağış kutusu asmış çocuğun, “Açız, açız. Yardımınıza muhtacız!” tekerlemesi ile yardım toplamaya çalıştığı görüntüler aktı zihninden.

“Her yaşta çocuk zor tabii de, bebek sizin için daha zor olmuyor mu müdür bey?”

“İmkânlarımız geniş, ödeneğimiz ve personelimiz bol. Hiç zor olmuyor. Ancak ‘Bir bebek, bir kadının iki göğsü arasında büyümelidir.’ bizim mottomuzdur. Bu nedenle kadın personelimizden birini, tüm mesaisi boyunca aynı bebeğe tahsis ediyoruz. Bebeğin uyuduğu saatler haricinde bu görevlimiz, kendi yavrusu gibi bebeği kucağında gezdirir, diğer işlerini öyle yapar.”

“İnanılmaz. Gözlerimle görmeyip bana anlatılsaydı bu kadar ütopya olmaz derdim.”

Gerçekten biraz sonra, kadın bir personel bebekle müdürün odasına girdi. “Eşyaları hazırlanıyor, birkaç dakika sonra teslim edebiliriz müdür bey.” deyip odadan çıktı, bebeği pışpışlayarak dolaşmaya başladı.

Kar gibi beyaz kundak ve battaniyeye sarılı, özenle bakılan bebeği gören avukat iyice şaşırdı. Çünkü hâlâ istenmeyen bebeğin, ‘cemaat dindar olduğuna göre vicdanlıdır, bebeği sahiplenirler’

düşüncesiyle cami avlusuna bırakıldığını sanıyordu. Hem şaşırdı hem mutlu oldu hem de sosyal devleti ile gururlandı.

“Müdür bey, bebeğin bir eşyası yoktu bildiğim kadarıyla. Ne eşyası hazırlanıyor?”

“Siz şimdi savcılıktan apar topar geldiniz. Yanınızda ne battaniye, ne bez, ne kıyafet, ne de mama ve biberon vardır. Onları hazırlatıyorum. Bebek sıkıntı çekmesin!”

Koca bir torba içinde eşyalar geldi. Müdür bebeği avukatın kucağına verip teslim belgesini imzalattı. Avukat da bebeği, kenarda süklüm püklüm oturan Seda’ya verdi. Bebeği sıkıca göğsüne bastıran Seda’yla birlikte müdüre teşekkür edip ayrıldılar.

Kapı önünde heyecanla bekleyen Melike ve Samet, bebeğin geldiğini görünce yüzlerindeki endişeli ifade yerini rahatlamaya bıraktı. Seda, arka koltukta oturan Melike’nin yanına bebeğiyle birlikte ilişti. Bu kez gözyaşlarını içine akıtarak bebeğini sevdi, sevdi…

Bebeği aniden Melike’ye uzattı, kararlı bir tavırla arabadan indi. Melike; “İstediğin kadar sev, istediğin zaman sev. O senin yavrun.” dediyse de,  “Hayır. Bundan sonra sizle asla görüşmeyeceğim. Her görüşmemden sonra, kabuk bağlamaya çalışan yaralarım kanıyor. Buna dayanamayacağım. Kendime kötülük etmekten korkuyorum. Lütfen siz de aramayın. Zaten gideceğim yerde bir iş bulabilirsem buraları terk edeceğim. Hoşça kalın! Size de, Müjde’ye de baht açıklığı ve mutluluklar dilerim.” Uzaklaşan Seda’nın ardından bakan avukat; “Zor da olsa en iyisini yaptı. Ne bebeğini sahiplenebilecek ne de evlatlık edinen aile bebeği tam olarak benimseyebilecekti.” diye mırıldandı.

Kısa bir süre sonra evlat edinmeye izin duruşması için Seda’yı çağıran avukat, birkaç dakika süren duruşmadan sonra bir daha onu hiç görmedi.

Yıllar sonra sosyal medyada ilkokula başlayan Müjde’nin fotoğraflarını gören avukat, evlat edinen aileyi aradı. Onlar da bir daha Seda’dan haber alamadıklarını, telefon numarasının iptal göründüğünü, duyumlarına göre bir başka şehre gittiğini, başkaca da bir malumat edinemediklerini, geçen yıl bir bebek daha aldıklarını, ailelerinin daha da büyüdüğünü anlattılar.

Müjde ve ailesine mutluluklar dileyen avukat, mesleğinde ilk önce öğrendiği düsturu hatırladı: Kimseyi yargılama!

Kategori:Koridor Hikayeleri (1. Baskı)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir